Sofralarımızda
gerçek tuz mu tüketiyoruz?
Tarih sürecine bir göz attığımız zaman endüstrileşme ile
birlikte, özellikle ekonomik sebeplerden dolayı, en az seksen dört elemente
sahip olan tuz, rafine edilerek sadece sodyum ve klorür elementine
indirgenmiştir. Bu nedenle tuz olarak kullandığımız sodyumklorür (NaCI)
sofralarımızda yerini almıştır. Sodyum klörür ile gerçek doğal tuzun tatları
aynı olmasa da birbirlerine oldukça yakındır. Bu nedenle tuzun rafine
edilmesiyle elde edilen Sodyum klorür ile gerçek tuzu birbirinden ayırmak bir
hayli zordur. Günümüzde rafine edilmiş tuz, kaya tuzunun yanında oldukça beyaz
ve temiz göründüğü için, aynı zamanda da ucuz olduğu için, hemen herkes rafine
edilmiş tuzu tercih etmektedir.
Peki, ne oldu da tarihte uğruna savaşlar yapılan, değeri
altınla ölçülen tuz bu denli ucuzladı ve yok pahasına pazara sürüldü. Tuzun tarihsel
süreç içerisinde nasıl bu kadar değersizleştiği ve ucuz bir madde haline
geldiğini anlamak için insanoğlunun teknoloji ve bilim yolculuğuna bir bakmak
gerek.
Aradan yıllar geçti, dünya savaşları bitti, insanoğlu birçok alanda dudak uçuklatan makineler icat etti. Kullanılan
makineler anlamında bilim ve teknolojiye çalım atan insanlık diğer taraftan tüm
dünyayı saran ve neredeyse kitlesel olarak bozulan sağlık karşısında bilim
adamlarının çaresiz olduğunu, kendisi veya yakını bu hastalıklara yakalanınca
acı bir şekilde öğrendi. Hala bazı hastalıkların çaresinin bulunmasının kendi
rahatsızlığına yetişip yetişmeyeceğini merak etmektedir.
Yaşadığımız yüzyılda denizlerden dünyanın en uzak
köşesindeki tarım alanlarına kadar, endüstrinin, özellikle kimya endüstrisinin
kirletmediği alan neredeyse kalmamıştır. Artan nüfusla birlikte daha çok üretim
ve sermayenin daha çok kâr arzusu sırasında insan sağlığını düşünmek kimsenin
aklına bile gelmemiştir. İşte bu ortamda insanların şehirleşme özlem ve özentisi,
rafine edilmiş tuzun beyaz ve sözüm ona temiz, taş topraktan arındırılmış
olması sebebiyle tercihimiz de bizi bu arzuların kurbanı haline
getirmiştir.
Doğal tuz vücudun zorunlu bir beslenme aracı iken, rafine
edilmiş tuz vücut için agresif bir maddedir. Vücut bu agresif maddeyi vücuttan
atabilmek için ayrıca suya ihtiyaç duyar. Böbrekler bu rafine edilmiş tuzu
vücuttan dışarı atmakta güçlük çeker. Bu nedenle dışarı atamadıklarını da,
vücut en önemli rezervlerini kullanarak nötrleştirmeye ve özellikle kemikler ve
eklemler üzerinde biriktirmeye başlar. Bunun sonucu romatizma, gut, artrit ve
arthrose (sürekli eklem ağrısı) gibi kemik ve eklem hastalıkları oluşur.
Vücudumuz gençliğin verdiği enerji ile bu mücadeleyi başarıyla yürütür. Ancak
belli bir yaşa geldiğimizde artık bu mücadele ile baş edemediğini vücudumuzun
birçok yerinde baş gösteren ağrılarla, yükselen tansiyonla bize haber verir.
Peki, sorunun çözümü için ne yapmak gerekir. Soruna neden
olan kaynağı ortadan kaldırmak çözüm için en iyi yoldur. Soruna neden olan objeyi
hayatımızdan çıkarmak ve bir an önce sofralarımızda tuz diye kullandığımız
aslında bembeyaz bir zehir olan rafine tuzları lavaboların giderlerine döküp
(lavabo tıkanıklıklarını açtığına tanık olacaksınız) bunun yerine gerçek tuz olanhimalaya sofra tuzlarını kullanmaya başlamamız gerekir. Evet diğer tuzlara göre
biraz pahalı gelebilir. Ama tat katma anlamında daha az tuz kullanacağınızı,
sağlığınızın değerinin parayla ölçülemeyeceğini ve ileride oluşma riski bulunan
hastalıkların tedavisi için çok daha büyük miktarlarda harcama yapmak zorunda
kalmayacağınızı hatırlatmak isterim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder